Aybebe Anaokulu

“Aslıhan bugün yemekte ne var acaba?” “Bilmem, inşallah domates çorbası vardır.” “Domates çorbası mı!” “O da güzel; ama inşallah turuncu çorba da vardır.” “Turuncu çorba derken…” “Mercimek çorbası canım…” “Haa…” “Turuncu dedin de anlamadım.” “Bu Ayşe Teyze bir türlü tarifini anneme vermedi domates çorbasının, o yüzden sadece burada yiyorum ben onu. O da ayda bir çıkıyor.” Konuşuyorlar gene bunlar… Susalım arkadaşlar, acıktınız biliyorum ama az kaldı canım, şimdi ineceğiz zaten yemekhaneye, o zaman görürsünüz ne yiyeceğinizi. Bakın Fatma öğretmen ne güzel de masal anlatıyor, kulak verelim. Öğretmenim kulağımızı sana veriyoruz, sonra geri alacağız ama tamam mı?? Tamam…”

Aydos’ta, ağaçların çok olduğu, oksijenin bol olduğu yüksekçe bir yerde, şirin mi şirin bir yuva varmış. Bu yuvada kuşlar değil, küçük mutlu dev adamlar yaşarmış. Bu küçük mutlu dev adamlar boy boymuş. Bunları Dedem Korkut boy boylayıp soy soylamış. Küçük mutlu dev adamlar ve unutmayalım, küçük mutlu dev bayanlar, kendi boylarında oyunlar oynayıp eğlenirlermiş. Sonra da mutluluk aynasında kendilerine bakarlarmış. “Ayna ayna, söyle bize, bizden daha mutlu kim vardır bu yuvada?” Ayna konuşurmuş. “Güler yüzünüzle, şirin sözünüzle, parlayan gözünüzle, görüyorum ki sizler çok mutlusunuz… Ama sizden daha mutlu birileri var. Kim mi? Prensesler… Mavi kanatlı melek yüzlü prensesler… Her boyda bir prenses varmış. Ellerindeki sihirli sevgi değnekleriyle hangi deve dokunsalar, bu devler, ilgili, bilgili ve kalemle silgili oluyorlarmış. Bu dev gibi küçücük adamlara bu güler yüzlü prensesler bakarmış. Sadece bakmazlar, aynı zamanda onları bilgiyle doyururlarmış. Dev adamların ufacık beyinlerine bilgi tohumları atarlarmış. Bilgi derken ilgiyi hatta tekerlemeli oyunlarımızı da unutmayalım Haydi hep beraber:

El el epenek, elim kolum topalak, topalağın sarısı, cikcikenin karısı… Nereye gidiyorsun? Paşaya gidiyorum. Paşanın nesi olmuş? İnci dizen kızı olmuş, kalem tutan oğlu olmuş, Aybebe’ye yuvaya göndermiş. Dingil dost, dingil dost, biri ala biri boz, bindim bozun boynuna, sürdüm Aydos yoluna, Aydos yolu şam pazar, içinde maymun gezer, maymunun beni korkuttu, sağ kulağımı sarkıttı, halbur, hulbur, sen bunu şurdan öp de kaldır.

Deeerken, şirin yuvada Nuh zamanından kalma bir ağaç varmış. Ağacın dallarında cömertlik, mutluluk, bağımsızlık, sorumluluk, teşekkür, hoşgörü, merhamet gibi meyveler varmış. Her hafta birini koparıp bütün boylara dağıtıyorlarmış Bir hafta cömertlik meyvesini dağıtmışlar: “Cimri cennete girmez, cömert olalım.” şarkısını söylemişler. Bir hafta teşekkür meyvesini yemişler, anne dev ve baba devlere teşekkür etmişler. “Yemekten önce bismillah, sonra da elhamdülillah ” şarkısını çok sevmişler. Bağımsızlık meyvesini yediklerinde ise kuşları kovalayan Küçük Mustafa’nın dürbünlü resimlerine bakarak nasıl büyük Mustafa olduğunu öğrenmişler. Bu arada Mustafa okula gitmiş. Sınıfta iki Mustafa olunca matematik öğretmeni demiş ki bu sınıfta iki Mustafa fazla, seninki Mustafa Kemal olsun demiş. Ey küçük dev adamlar muhtaç olduğunuz güç ve kuvvet damarlarınızdaki asil kandadır. Ne mutlu Aybebeliyim diyene… Kırmızının bayrak rengi olduğunu marşımızdan öğrenmişler.

Var ya, prensesler, günde üç defa küçük mutlu deva adamlara, ilgiyle ve sevgiyle yemek yedirirlermiş. Bu yemekler kim mi yaparmış? Tabii ki Ayşe Teyze… Şu televizyonlardaki Ayşe Teyze değil ha… Küçük Dev Enes’in, hani şu sahnede Atatürk şarkısını söyleyeceğim derken “Bebeğim” şarkısını söyleyen, işte onun annesi… Biliyor musunuz, bu küçük mutlu dev adamlar suya sabuna da dokunurlarmış, her yemekten sonra şap şap ellerini yıkarlar, sonra da dişlerini fış fış fırçalarlarmış. Bir de foş foş yaparlarmış; ama onu kendi yuvalarında büyük dev babalarıyla yaparlarmış.” Aslıhan’ın gözleri kapanıyor, kapanıyoor, kapanıyooor… Sofraya bak! Yaşasın, domates çorbası, bir de yanında yoğurtlu yaprak sarması, kırmızı kırmızı elmalar… Yerim sizi ben. Öğretmenim, Aslıhan uyudu…